23 Temmuz 2014 Çarşamba

çiftlikte bir başına..

sanki aylardır yalnız kalamamış gibiyim. kırsal, insanın zaman ve mekanla olan münasebetinin başka açılardan fotoğrafını çekiyor ve ben bazen bir günü bir yılmış gibi yaşıyorum.

çok kalabalık bir ekolojik mimari atölyesinin ertesinde, bu gün, bayramiç pazarının olduğu çarşamba günü çiftlikte sadece kazlar, tavuklar, köpekler ve ben varız. insandan arınmış haliyle çiftlik güzel bir ödül , yemeğin yemeye kıyamadığım en güzel yeri gibi..

yalnızlığı özlüyorum ben. kimsenin olmadığı, kendimle başbaşa kaldığım bu hali.

firuz'umun evine başladık. koca kışı bu evin doğum sancılarını izleyerek geçirdim. yapılsa mı, yapılmasa mı? atölyeli bir etkinlik mi, ustalı sustalı bir iş mi? kalınır mı gidilir mi derken, kısa bir moladan sonra döndüğümde evin taş yüzü kendini sevdirirce yükselmiş, bizim ona dokunmamızı bekliyordu. bir atölye etkinliği olacağı belli olmuştu ve alışık olmadığım bir ritme hazırlanma hali herkesi sarmıştı..

öncesinde başıma gelecekleri anlamadım tabi, bu daha ilk büyük etkinlik deneyimim olacaktı. sonra üçer beşer insanlar gelmeye başladılar, kazanlarda pişen yemekler, gün aşırı biten su bidonları, kıymete binen filtre kahve, yemek yetişti mi korkuları, ekmek saymalar, çamur süpürmeler falan derken.. bir baktım ki, benim ritmim kaybolmuş.  hiç durmadan birşeylere koşturuyorum ama sanki elimden bir iş gelmiyor gibi. yemek yapıyorum; beğenilme kaygısı. kahve pişiriyorum; takdir edilme kaygısı. temizlik yapıyorum; memnun etme kaygısı. içime bakamadığım ve kalbimi dinleyemediğim her anın bana aşılmamış duyguların tekerrürü olarak geri döndüğünü gördüm.

ve sonra anladım ki, insanın kendi ritmine sahip çıkabilecek kadar arınmış olması gerçekten bir mertebe. kendime bu konuda daha yumuşak ve makul davranmaya niyet ettim. kendime deneyimler için alan açmaya, deneyimlemekten ve ritimsizlikte kaybolmaktan korkmamaya da..

zira yol bitmeyecek.
yolcu ölümlü, yol ölümsüz.
ve her an bir dalga gelip, herşeyi silip süpürebilir.

şahane insanlarla tanıştım. içimdeki bezgini hatırlatıp sinirlendirenler, içimdeki palyaçoyu hatırlatıp güldürenler.. içimi açıp görenler.. gördüğünü sevenler, gördüğüne sevinenler, görmeme müsade edenler..

herkesin ben olduğu, benim herkes olduğum bir kalabalık hali çok tuhaf oluyormuş. kızamamak, öfkelenememek. çünkü içindeki bir şeyin seni tetiklediğini bilmek..

yani diyeceğim o ki, bir ev yapılırken sadece bir ev yapılmıyor.

2 yorum:

  1. Görmeden tanımadan nasıl sever insan deyince "sözcükler, ah o sözcükler" deyiverdi içim.

    YanıtlaSil
  2. Sevgilerimle... Zamansız bir yaşam

    YanıtlaSil