29 Mart 2014 Cumartesi

imece usulü bolluk ve bereket..

"sera yapacağız" diyor mustafa. içerliyorum. zamanlama manidar. sonra durup diyorum ki, neden bu göreceğim son sera yapımıymış gibi davranıyorum. ben belentepe'deyim. hava güzel. gökkuşağı boyamış gökyüzünü. sevgilim yanımda, oğlum koşmakta.. sera da yapılsın da görmeyeyim. bir ohhh çekiyorum..

ve taner "cuma günü son gün" diyor. istanbul'da işi varmış, gidecekmiş. aklıma ayşe geliyor, "sen çıkarsan aradan ortaya çıkar yaradan" diyen tatlı sesiyle..

yeniköy'e dönüşüm eve dönmek gibi. ohh diyorum muratlar tabelasını görür görmez. nasıl gelişiyor bu aidiyet?

mustafa, firuze, sandra, anne ma ve karavanıyla dünyayı gezen zeynep çalışıyorlar bahçede. elime bir çapa alıp sallıyorum içten içe sahiplendiğim toprağa. ben ona veriyorum o bana. karşılıklı halleşiyoruz. "halimden bilmiyor ben o yari neyleyim" den "benim sadık  yarim kara topraktır"a uzanan türküler dolanıyor dilimde..

çapa yapmak, uykunun en güzel kardeşi. akşam yemeğinden sonra tatlı bir uykuyla buluşuyorum.

ve sabah işleri.. ve kahvaltı.. ve sohbet..

sera yapımına kaç kişi gelecek bilmiyoruz. mustafa gelirlerse hep bir, gelmezlerse biz bize yaparız diyor. hazırlığa gerek yok. herşey olduğu yere varacak, doğa bize bunu söyleyip duruyor. bu beni sakinleştiriyor. çok şükür.

evim gibi hissediyor olsam da, ben buraların yabancısıyım. üç beş kişi oluruz, yahut kimsecikler gelmez sanıyorum. mustafanın evinin önünde dururken bir de bakıyorum ki, sera alanında birkaç kişi var. sonra birkaç kişi daha. sonra daha fazlası.

sera yapılıyor. mutfakta hummalı bir çalışma var. düğün tenceresinde bulgur pişiyor. yetmez diyoruz, bir de mis kokulu mercimek çorbası. ne katsak çoğalıyor. ne katsak güzel kokuyor.

otuz kişilik bir masada kahkahadan ziyade birşey duyulmuyor.. herkes doyuyor. herkes gülüyor.

kayınvalidem, annem, kulağıma fısıldıyor: " misafir bir yer dokuz koyar dolaba" elimiz sağlıklı gönlümüz ferah.. ben mutlulukla bakıyorum tüm yüzlere, ayranlar içilmiş, yüzler gevşemiş. her yaştan insan var. her kafadan ses var. her gönülden ruh var. ben çok şükür demekten yorulmuyorum..

ne çok sarıldım, ne çok öpüştüm derken, bir bir gidiyor dostlar. seramız var, bolluk bereket soframızda, bir eksiğimiz var diye düşünüyorum, biri bize bir türkü söylese, şu elektronik sesler bir sussa..

ramazan amca açıyor mutfağın kapısını, "eşeği götürücem koydum kafama, hiç girmeyeyim" diyor. eşeği bırak da gel diyoruz. "o belli olmaz ki eve gitmeden diyor, söz vermeyeyim, belki de işim çıkar, uykum gelir" o hakikatten zamanın da kararın da her nimet gibi hakkını veriyor, kıymetini biliyor.. ve neden sonra başlıyor kapı aralığından türkü söylemeye.

işte diyorum, bu benim rüyam.

sen kovalama ılgın diyorum, sadece müsade et, çık aradan. ve ver verebildiğince, vermekle almak bir..





16 Mart 2014 Pazar

ağlaya ağlaya inek ebeliği..

gündüz vakti meyrem abla geliyor kapıya, "bizim düve buzağılayacak a gızım" diye, ses ederse korkmayaymışız. korkmayız diyorum, sen gece de olsa bana haber ver diye de ekliyorum. bunu turistik bir hadise olarak görüyorum sanırım. şehirden köye geldim ve fantastik birşeyler yaşamak benim hakkım!

mine gelmiş ormanevinden, ecem geldi de gidiyor bile, selfie çekip eğleniyoruz. mine bize tibetin gençlik pınarı hareketlerini gösterecek, bir türlü toparlanıp yapamıyoruz falan.. ecem gidiyor, kıkır kıkır gülerek tibetin gençlik pınarı hareketlerini yapıyoruz. hadi bir gayret güneşi de selamlıyoruz, gülmemeye çalışarak.. sonra firuz'nun annesinin vipasanaya gidişini ve huzurla sessizliğini bozuşunu sessizlik meditasyonuyla kutluyoruz..

bu sessizlik meditasyonu bana iyi geliyor, avuçlarımda hissettiğim ısıyla nefesimi dinliyorum. ne güzel bir deneyim olduğunu sonra düşünmeye erteleyerek zihnimin akmasına müsade ettiğim anın hemen ertesi bir çığlıkla uyanıyorum. meyrem ablanın sesi bu:

"bizim düve doğuruyor, senin karı bakçam"dediydi.

hızla kalkıyorum yerimden. montumu giyip fotoğraf makinemi de alarak koşup yetişiyorum meyrem ablaya, "gel gızım gel, ayacıkları çıktı da, yetiş" diyor. montum konformistliğimi, fotoğraf makinem de turistliğimi belgeler gibi benimle beraber geliyor. içeriye girdiğim an hissettiklerimi anlat nasıl mümkün olur bilmiyorum.

bir mucizeye tanıklık etmek. çok korkmak. çok şanslı hissetmek.

meyrem ablanın "gızı çağırdım ama faydası dokunur mu, bilmem" deyişiyle uyanıyorum uykumdan ve anı yakalıyorum.

ılgın, yanı ben, buzağılamaya çağırılan karı, burada bir turist değilim. bu doğuma yardım için çağırıldım.

sonra nasıl oluyor bilmiyorum, bir kuvvet geliyor. fotoğraf makinasını bir kenara atıveriyorum ve önünden geçeceğim üç ineğin bacaklarına ufak ufak dokunarak, ben geldim yol verin diyerek, doğuran düvenin - ilk kez doğuracak genç anneye böyle deniyor- yanına geliyorum. ayaklarından çekiyoruz yavruyu. burnu dışarda, dili ağzından sarkmış. "allahım yardım et" diyerek çekmeye başlıyorum ramazan amca ve meyrem ablayla birlikte. çenesinden tutuyorum sonra, nereden geldiğini bilmediğim o kuvvetle, öyle güzel bir bebek ki ahırın yerine serilen, yavaşça arka bacaklı da çıkıyor..çok şükür.

çok ağlıyorum. korkudan. endişeden. bir mucizeye tanıklık etmekten. orada bulunmuş olmaktan.

anneye yaklaştırıyoruz yavruyu. tuz döküyoruz üzerine. anne tuzu yalaya yalaya kurutuyor yavrusunu. burnuyla iteleye iteleye, koklaya seve.. nasıl oluyor da o yavru annesine öyle bakıyor.. nasıl oluyor da herşey böyle muntazam oluveriyor, şaşıyorum.

ramazan amca başlıyor anlatmaya: "bu düve gencecik, daha ilk defa doğuruyor. biz buzağı doğunca tuzlayıveriyoz ki yani gurutsun yavrucuğunu. ama insan var yavrusunu çöpe goyuyo, insan var yavrusu ite veriyor. insanın buncacıklardan öğrenecek çok şeyi vaa, bakmak isterse, annamak isterse.." ben susuyorum.

ispirtolu bezle göbeği siliniyor buzağının. tatlı bir oğlan. göbeği bağlanıyor sonra. kuruyor annesinin maharetiyle. ayaklanmak memeye varmak istiyor.. bırakmıyor ramazan amca. "bilmez gızım, ne kaa içeceğini heç bilmez. yorulur az içer, aç galır. keyfini bilir çok içer, şişiverir şuncağız. elinlen sağıcan, litreylen bakıveecen de , biberon deyiveyolar, onunlan bakıcan içtiğine.."

andan sıyrılıp kendi doğalında yaşayamayan, yalnız doğuramayan, doğunca annesinin memesine varamayan hayvanlar üzerine düşünmeye başlıyorum.. veganlık.. ineğin ilk sütüyle yapılan çocukken bayıldığım "yardum".. ineğin anneliğinin, buzağının bebekliğinin hakkını yediğini düşünmeye başlıyorum ve o an gitmem gerektiğini anlıyorum.

kendi ahlaki sorunlarımı derleyip toplayıp başka zamana erteliyorum. meyrem abla "sana bu ineğin ilk sütünü veriverem de içiverin guzum, hem hasta olmazsınız, hem mikrobunuz neyiniz hepten gırılır" diyor. istemem, diyorum, ama benim için birşey yapmak isterseniz bu ilk sütü bu oğlancığa içiriverin, ayağa kalkınca annesinin memesine bi kerecik varsın izin verin diyorum.söz alıyorum ikisinden de. ve sessizlik meditasyonunda kendime öğütlediğim üzere, kontrol duygumu terkederek, onların sözlerini tutacağına tüm kalbimle güvenerek yanlarından ayrılıyorum..

çok şükür, çok şükür diyerek evin yolunu tutuyorum..

çok şükür bugün de deneyimlemek istediklerimle huzur içinde karşılaşma fırsatı buldum..



14 Mart 2014 Cuma

gözlemcinin niyeti..

dünya dönüyor.hayat akıp gidiyor. ve olan bitenin içinde "gözlemci" olmayı öğreniyorum.

bu yola çıkarken en önemli niyetim dualiteden uzak bir dengeye kavuşmaktı, şimdi bu niyetime ulaşmanın yolunda temel derslerden birini alıyorum.

berkin'in ölümü üzerine alevlenen direnişe, kutuplaşmaya uzaktan ve kalbimin dengesini koruyarak bakmaya çalışıyorum. kendimi hiçbir safta konumlandırmadan sadece anlamlandırmaya çalışarak yürüdüğüm bir yoldan bildiriyorum şimdi.

kalbimi merkeze aldığımda aradığımın ne olduğunu görmeye niyetliyim. şiddetten beslenmiyorum ve ne olursa olsun, neye karşı olursa olsun şiddet kullanmayı reddediyorum. hayattaki herşeyin barışçıl yöntemlerle çözülebileceğine inancım tam. bu nedenledir ki enerjimi arzulamadığım ve desteklemediğim huzursuzlukların büyütmek üzere kullanmıyorum.

başka bir dünya mümkün. kendim için yaratım sürecine girdiğim dünya için harcıyorum enerjimi.

gelecek ne varsa, vuslat zamanını bekliyorum.
geleceğin beni besleyeceğine, şifalandıracağına inancım sonsuz.

içinde kavrulup duygularımın kontrolünü kaybetmediğim için, merkezimde kalabildiğim için şükrediyorum.

11 Mart 2014 Salı

tutsam şu karanlığı, tutsam da yırtsam..

ben buradaysam şimdi, gezi oldu diyedir. sokaklara düştük de birbirimizi bulduk diyedir. ben buketle tanıştım diyedir. begüm, emre , ayşe sesimi duydu diyedir. gezi bana insanlara açılmaktan korkmayı unutturdu diyedir.
abdo, medeni, ahmet, ali ismail,mehmet, ethem düştü diyedir.

minicik bir kuzuyu ekmek almaya giderken vurdular diyedir.

şimdi bu sabah yoğurduğum ve sofraya koyduğum sıcak ekmek hem kardeşliğin,hem acının ekmeğidir.

berkin öldü bu sabah. vurulduğu günü hatırlıyorum avuçlarım yanarak, kalbim ortasından yarılarak anımsıyorum daha fotoğrafını bile görmediğim bir çocuğun kafatasında bir biber gazı kapsülü hayal edişimi. 

şimdi tırnaklarımdan başlayarak yemek istiyorum kendimi. şehrin ortasında bir bomba gibi patlamak istiyorum. devletin sofrasında zehirli et olmak istiyorum. parçalarımı kurşun gibi yağdırmak istiyorum kalplerine. bu sabah şu kervan geçmez köyün meydanından başlayıp koşmaya tüm evladını kaybetmiş anaların gözüne yaş, kalbine ferahlık olmak istiyorum.

olamıyorum.
dua edemiyorum.
insanların yüzlerini göremiyorum
boğazım düğüm düğüm çözemiyorum..

7 Mart 2014 Cuma

rüya güzellemesi..



zamanın akışına teslimiyetim bir rüya gibi.

akşamüstü bir adam girdi bahçeden içeri, yüzünü daha önce gördüğüm çoban mı diye düşünerek yöneldim kapıya. "pilava gelin" dedi. pilava gelmek? "cuma günü hayır yapıyorlarmış. her cuma bir ev pilav yapar köylüye dağıtırmış. sorarım dedim. "beyine sor, o da müsade eder gibiyse sen de gel" dedi. sorarım dedim. "halil, beni bi baksın." dedi. buyur ettim gelmedi. Ramazan Amcaymış, akşam gelir bizi alırmış. Hayır olsun dedim.

giderim ya da gitmem demedim, "du bakalım" dedim. ha keza pilava gidilirken ben havalar soğuyor diye kuruluk toplamak için çoktan yürüyüşe çıkmış heybemi doldurmaya başlamıştım. ve içimde hiçbir kaçırma duygusu yoktu. bir yerde bulunmuyor olmakla ilgili "hayatı kaçırma" duygum temizleniyor, olmak istediğim yerde olmanın tadını çıkarmayı öğreniyorum.

pilav hayrına gitmedim ama firuzecimle iki kişilik bir çemberin keyfini tüm ahengiyle yaşadım, hayatta en büyük zenginliğin vakit sahibi olmak olduğunu tekrar tekrar anımsadım.

serhatla halil gittiler hayıra. gelirken ramazan amcayı da getirdiler yanlarında.

sonrası rüya..

oluşagelen çemberimizin mumlarını pıt diye söndürüp, şaraplarımızı görünmez köşelere iteleyip ışıkları yaktık. ben ramazan amca sandalyeye oturmadan demliğe su koydum, çaysız sohbet olmaz diyerek. çaylar sofraya konur konmaz başladı türküler söylenmeye..

hiç okula gitmemiş ramazan amca, askerde ayvacıklı bi oğlan göstermiş biraz, gerisini kendi kendine sökmüş. hayatta öğrenebileceği kadar çok şey öğrenmeye niyet etmiş. ne anlatmakla, ne dinlemekle sıkıntısı var. karısının başı dönüp dururmuş, ona takılmış kafası. torunu torbası varmış, atlmış yedi yaşında bir delikanlı. dün akşam tanrılar okulunda bulunan ve çokça akıl yürüttüğümüz bir pasajı, birkaç cümlelik bir hikayeyle anlamamıza neden oluşu beş ciltlik kitap olacak kadar bilgece..

sesi yanık, kalbi güzel bir adam, inekleri koyunları var. süt sağmaya geleyim mi, diyorum. "sen gel, yeter kadar sütünü sağ, meyrem ablan da sana yoğurdu peyniri hoşmerimi öğretiversin" diyor. ah diyorum, hayat nasıl da önüme seriliyor.. benim sevincimi görmek onu da sevindiriyor ve diyor ki;

"size hayatla ilgili bir türkü söyleyeyim!"

kurban olurum diyorum ben içimden, o başlıyor söylemeye..

6 Mart 2014 Perşembe

hayalin içinden..

ve şimdi hayalin içindeyiz..

araba kullanmayı henüz öğrenmiş sevgilimin beyaz kangoosunun terkisine oğlumla birlikte gülen gözlerle -korkusuzca- atlayıp geldiğimiz yeniköy'den yazılıyor bu satırlar..

mutfakta oturuyorum şimdi, avluda serhat ve firuze keyif yapıyorlar. az ileride ufuk ve mustafa birşeyler topluyorlar sanırım, odamızın hemen önünde mahir etrafa bakınıyor, gustav yatağında uyukluyor, ben yazı yazıp kahve içiyorum, zaman ağır akan bir su gibi, kararlı bir duruluk içinde.

sabah yedide açılmış gözlerim siestaya az sonra hazır olacak gibiler..

erken kalkan yol alıyor.. sobalı evde büyüyen de : ) kalktığım gibi sobayı yakıyorum, mutfak ısınıyor. mustafayla ekmek tutuyoruz, pizza hazırlıyoruz, misafirlerimiz gelecek. bahçeden kahvaltı için yeşillik toplama işi bana kalıyor, pek seviniyorum. bu esnada serhat ve firuze yumurtaları toplayıp getiriyorlar - yumurtadan vazgeçeceğimi düşündüğüm için bu beni pek heyecanlandırmıyor, zira yumurtanın kokusuna henüz vurulmuş değilim- mahir kart olduğunu iddia ettiği turpları kesiyor. steve, monik ve ufuk da gelince sofraya oturuyoruz. gün öyle bir başlıyor ki, kendimi yumurtaya aşık olmuş buluyorum, tahin pekmezle sevişmek gibi arzulara sürükleniyorum.. önceki gece berkayla konuştuğumuz tüketiciyle üreticiyi buluşturma konusunu daha da önemli bulmaya başlıyorum..

herşey çok yeni. aldığımız nefes de dahil, biz de yenileniyoruz her saniye.

dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız...